Malta seyahati, her gezginin gerçekleştirmesi gereken bir seyahat aktivitesi. Akdeniz’in her yeri tarih ve hikayeler ile dolu. Kıyı kıyı Akdeniz‘i çevreleyen her toprak parçasındaki yaşanmışlıklar beni Avrupa‘nın içlerinden çok Akdeniz havasını alabileceğim yerlere çekip duruyor. Malta tarihi de en önemlilerinden biri.
Malta Gezisi Yapmak İçin Malta Tarihi Bilmek Gerek!
Yolum bu defa Malta’ya düştü. Düştü düşmesine de, benim beklentilerimden fazlasını barındıran bu küçük ülkeye neden daha önce gelmedim diye sorgulayıp duruyorum kendimi! “Bu ne acayip bir hikaye” denilecek ve keyifle dinlenecek öyle çok öykü var ki bu adada.
Bu nedenle Malta’nın gezilecek görülecek yerlerini anlayabilmek için birazcık tarihinden bahsetmek gerekecek. Öylesine kendini bırakıp gezip dolaşmanın keyfi bir başka olsa bile, Malta adasının “saklı öyküleri” bir harika. İşim gereği birçok kez ziyaret edip, birçok gezgin ruhlu misafire hikayelerini anlatıp rehberliğini de yaptığım Malta’yı bir de yazarak anlatmak istedim. Bu nedenle Malta gezi rehberini okumadan önce Malta tarihi konusunu biraz açalım istedim.
Malta Adaları
Malta küçücük bir ada ama boyundan fazla öneme sahip olmuş tarih boyunca. 316 Kilometrekarelik yüzölçümüne sahip Malta, tarihin dönüm noktalarında rol oynamış. Doğal oluşumunun sağladığı limanlar birçok kez kurtarıcı bir rol oynasa da kimi zaman felaketlere de sebep olmuş.
Malta aslında 6 adadan oluşuyor. En büyük adanın ismi ülkenin de ismi olan Malta. Şu andaki nüfusun büyük bölümü burada yaşıyor.
İkinci büyük ada Gozo adası. İkinci büyük diye bahsetmeme bakmayın Gozo adası, Malta’nın 1/4 ‘ü kadar bir büyüklüğe sahip. Yerel dilde Ghawdex olarak anılan Gozo adasının nüfusu 70 bin civarında.
Bir diğer yaşam sürülen ada ise Comino adası. Üzerinde yaşayanların sayısı hiç önemli değil çünkü yürüyerek bile gezip bitirebileceğiniz bir büyüklüğe sahip. Çok az kişinin yaşadığı Comino adasında araç da bulunmuyor.
Diğer adalar tahmininizden daha da küçük. Cominotto adası kayalarla çevrili harika bir plaja sahip. Genel olarak günübirlik ziyaret edilen bu ada en çok turist çeken yerlerden biri. Filfla adası ise aslında kocaman bir kaya. adeta kuş ve kertenkelelere terk edilmiş bir kayalık. Doğal yaşamın yasalarla korunduğu bir alan.
Yapılan araştırmalar Malta’nın bir zamanlar Sicilya ile birleşik olduğunu gösteren sonuçlara yaklaşsa da, buna karşı tez olarak “Kuzey Afrika ile birleşikti” görüşünü savunanlar da bulunuyor. Adaların coğrafi oluşumunun kefeki ve kireçtaşı katmanlarının, su, dalga ve rüzgar gibi doğal olayların etkisiyle gerçekleştiği biliniyor. Malta adalarının etrafında yüksek uçurumlar ve falezler olduğu gibi dar ve kum olan küçük koylar da oldukça dikkat çekici.
Malta Tarihi
Malta tarihi hakkında benim en çok ilgimi çeken konulardan biri, şimdi neredeyse kurak bir görüntü veren adanın “tarih öncesi” dönemlerde ve antik çağlarda su yolları ve çağlayanlarla kaplı olması oldu.
Bunun sonucunda adada “Cüce su aygırı” denilen bir su aygırı tütünün yaşaması ve Fil popülasyonuna ait izlere rastlanması oldukça şaşırtıcı! Hatta Malta’nın güneyinde yer alan Ghar Dalam mağarasında yüzlerce iskelete rastlanmış olması ise heyecan verici.
Ancak az önce de dediğim gibi Malta bugün nehirleri kurumuş ve geneli sarımtırak bir renk halini almış bir ada görüntüsünde.
İlk Gelenler Sicilyalılar
Malta Adası’nın bilinen ilk tarihi milattan önce 5000’li yıllarda başlıyor. Adaya ilk olarak Sicilyalıların geldiği biliniyor. Sicilyalılar oldukça yakın olan bu adaya deniz yoluyla ulaşmışlar. Denizlerdeki hareket artınca konumundan dolayı Malta, ticaret yollarının en gözde duraklardan biri olmuş.
Malta’da gezilecek yerler arasında yer alan olan ancak sadece kalıntılarına ulaşılabilen Malta ve Gozo’daki devasa tapınaklar, Mısır piramitlerinin yapılmasından binlerce yıl önce M.Ö 4100 yıllarında inşa edilmiş. Yapılan kazı çalışmalarında defin odalarından 7 binin üzerinde kemik ortaya çıkarılmış. Tapınaklar günümüzde Unesco dünya mirası programı çerçevesinde koruma altında bulunuyor.
Malta’yı tanımak için tarihini gerçekten bilmek gerekiyor. Bundan dolayı biraz daha Malta tarihinden bahsetmeye devam edeceğim. Merak etmeyin kısaca geçiyorum.
Yüzyıl savaşları olarak bilinen ve Antik dönemin en büyük savaşlarından olan Pön savaşları sonunda Romalılar Mdina‘yı almışlar. Halen Rabat‘da bulunan Domus Romana ismiyle anılan Roma evi, işte bu döneme ait kalıntılardan oluşuyor.
Roma imparatorluğu yıkılma sürecine girince Malta’yı Doğu Roma almış. Sonrasında ise Arap akınlarında ele geçirilen Malta Akdeniz’deki bir Arap durağı haline gelmiş. Mdina‘ya bir kale yapan Araplar adaya öyle izler bırakmışlar ki, gittiğinizde çok net görebileceğiniz gibi Malta dili ve kültürünü olağanüstü etkilemişler.
Araplardan sonra ada sırasıyla, Normanların, birkaç bağımsız Avrupa krallığı ve prensliklerinin, Germen kavimlerinin ve Fransızların eline geçmiş. 1282 yılında ise İspanyollar egemenlik kurmuşlar.
Ünlü Malta Şövalyeleri
Malta günlerini daha anlamlı hale getirecek olan “gerçek” tarihi hikayelere devam edelim.
Malta’nın bugüne uzanan kaderi haçlı seferleri ile başlamış. Haçlı seferleri sırasında kilit bir durak noktası olan Malta’da bir soylu sınıfı kendini göstermeye başlamış. Bunlarla birlikte bir hükümet sistemi hayata geçmiş ve ismine “Universita” denilmiş. Adada kendi kendine bir yaşam kurulmaya başlamış.
Osmanlıların 16. yüzyıldaki Akdeniz hakimiyetinin de Malta tarihine etki eden önemli bir yanı var. St Jean tarikatına bağlı haçlı şövalyeleri Kudüs’ten uzaklaştırılarak Rodos’u üs olarak kullanmaya başlamışlar. Ancak Kanuni döneminde 1523 yılında Osmanlıların Rodos’u almasından sonra, şövalyelerin altı aylık onurlu direnişlerine saygı gösterilip Osmanlılar tarafından serbest bırakılmalarıyla Sicilya ve Güney İtalya’ya gitmişler.
Yaklaşık olarak sekiz yıl boyunca topraksız ve merkezleri olmadan dağınık halde yaşayan şövalyelere Kutsal Roma Germen İmparatoru V.Karl “Malta” adasını vermiş ve tarikatın büyük üstadı Philip ile 4 bin şövalye, 1530 yılının sonlarında Malta’ya gelmişler. Adanın o dönemde 12 bin civarında olan nüfusuna 4 bin şövalye eklenmiş.
İşte şimdi turistik yerler olarak gezdiğimiz çoğu eser de onlar döneminde oluşturulmaya başlanmış. Birgu ve Vittoriosa ile çevresindeki Senglea yarımadasına surlar inşa etmeye başlayan şövalyeler aynı zamanda burayı da merkez haline getirerek bir yaşam alanı oluşturmuşlar. O güne kadar gözde olan Mdina yerine “Büyük Liman” ismi verilen bu bölge adanın merkezi olmuş.
Malta Kuşatması
Malta’yı anlayarak ve bilerek gezmek için adanın tarihine bu kısa bakışı yapmamız gerekiyordu ama bugünün Malta’sına izler bırakan en önemli olayı es geçmek ise hiç olmazdı. İşte bu nedenle son olarak kısaca Osmanlı kuşatmasından da bahsetmek gerekiyor.
Malta’nın Osmanlılar ile tanışması ilk olarak bizim Turgut Reis olarak bildiğimiz komutanın liderliğindeki Kuzey Afrika korsanlarının 1546 yılında Gozo’yu yağmalaması ile başlıyor. Bundan beş sene sonra binlerce Maltalı, kürek mahkumu ve köle olarak esir alınıyor. Sonrasında Turgut Reis Osmanlı komutasına giriyor.
19 Mayıs 1565 yılında 181 kadırga içerisinde bulunan 30 bin kişilik Osmanlı ordusu, bugün Marsaxlokk olarak bilinen ve ülkeye gelen turistlerin yoğun olarak deniz mahsulleri yemek için uğradığı balıkçı köyünün bulunduğu koydan karaya çıkıyorlar.
Osmanlı kuvvetlerinin başında donanmada Piyale Paşa, orduda ise Mustafa Paşa bulunuyordu. Şövalyelere ise Jean de Valetta komuta ediyordu.
Jean de Valetta‘nın 5 bin kişilik şövalyelerden oluşan bir kuvveti ve sadece sekiz adet gemisi vardı. Ancak Malta’nın surları ve hazırlığı bir kuşatma için çok ama çok iyi hazırlanmıştı.
Kuşatma askeri açıdan iyi bir strateji içermiyordu. Çünkü havanın sıcak bir döneme gelmesi ve su sıkıntısı ile yiyeceğin tükenmesi büyük sorunlara sebep olmuştu. Aralıksız yapılan saldırıların birinde ölen 2 bin 500 askerin verdiği moral bozukluğu ile Sicilya’dan geldiği bildirilen ve Malta’ya yardım edecek bir yardım birliğinin yola çıktığı haberi, bu yardımın boyutunu bile hesaplamadan kuşatmaya son verilmesine yol açmış.
Böylece bugünkü başkente de adını veren ve kuşatma tarihinde 72 yaşında olan Jean de Valetta “Büyük Üstad” olarak tarihe geçmiş. Valletta, kuşatma sonrası şehrin merkezininin taşınarak daha korunaklı bir yere kurulması projesini başlatmış ve günümüzün Malta’sı ortaya çıkmış.
Bu kadar mı? Elbette değil! Malta kuşatmasına ve tabii ki Malta tarihine dair daha anlatacak çok şey var. Ben de gezi ve turlarımda bunlara ait konulardan bahsedip, hikayelerini anlatmaya özen gösteriyorum. Ama bunun için Malta’da, belki de daha da önemlisi “Valletta“da olmak gerekiyor sanırım!
Her zaman dediğim gibi; öylece gezdiğim yerlere sadece bakmıyor, öyküleriyle, yaşananları bilerek adeta görmeye ve o anları yaşamaya çalışıyorum. Eğer bir gün Malta’yı görmek isterseniz, siz de mutlaka öyle yapın!
Keyifli ve etkileyici bir yerdi. Bizim gibi iki gün için değil en az üç-dört günlüğüne gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yoksa biz motor kiralamamıza rağmen çok koştur koştur olmuştu.
Ben de kesinlikle küçük bir ülke olan Malta için iki günün yetersiz olduğunu düşünüyorum.